50 kiloluk tek bir
meyve: Karpuz
Diyarbakır denince
akla son dönemlerde terör olayları gelse de aslında tarihinde çok daha önem
taşıyan şeyler bulunmakta. Bunlar, surları ve karpuzudur.
Karpuz
denince akla ilk gelen şehirdir Diyarbakır. İriliği, kalın kabuğu, rengi,
kokusu, çekirdeği kısacası her özelliği ayrı bir haz yaşatır insanda. Bir meyve
olmasına rağmen boyutları diğer meyvelerle ölçüştürülemeyecek kadar iri olan
karpuz bir de Diyarbakır’a has olunca görenlerde büyük şaşkınlık yaratıyor.
Kimi zaman 70–80 kiloya varan ağırlıklarıyla dünyanın bile ilgisini çekiyor.
Diyarbakır’ın
Dicle nehri kıyılarında çakıllı toprak arazide yöre halkının kendine has
yöntemlerle yetiştirdiği karpuz, büyüklüğünün ve lezzetinin kaynağını işte bu
yetiştirilme şeklinden alıyor. Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma
Enstitüsü’nde usta işçi olarak çalışan Abdulbaki Uçar’da yörenin karpuz
yetiştiricilerinde. Yöre halkının çoğunluğu gibi oda küçük çapta bir karpuz
yetiştiricisi. Her ne kadar küçük çapta bir yetiştirici olsa da yetiştirdiği
karpuzlar oldukça iri.
Diyarbakır’ın
eski ailelerinden olan Baki Amcanın kır saçları, sıcak güneşin altında kavruk
bir renk almış. Karpuz yetiştirmek hele de Diyarbakır gibi sıcaklığıyla baş
döndüren bir şehirde oldukça zor. Güneş kızgın ışınlarıyla tepenizde sizi
yakmak için beklerken, siz tüm şefkatinizi yetiştirdiğiniz karpuza
veriyorsunuz. Buda bir yerden feragat etmeye ama başka bir yerden ise ödül
kazanmaya benziyor.
Karpuzun
büyülü dünyasına kendini kaptırmış olan Baki Amca, bize yöre halkının
Diyarbakır karpuzu üretim yöntemi hakkında şu önemli bilgileri veriyor:
“Diyarbakır yöresi karpuz üretimi konusunda çok elverişli bir toprak yapısına
sahiptir. Ayrıca bölgemizdeki Dicle nehri kıyıları da karpuz yetiştirmek için
büyük bir nimet” diyor. Neden nehir kıyılarını seçiyorsunuz sorusuna şöyle
cevap veriyor: “karpuz su ister. Yerin birkaç metre dibine kadar uzanır kökleri
su bulabilmek için. Sulama sorunu güneydoğunun genelinde yaşanan bir sorun.
Dicle nehri kıyılarına ekmek daha iyi çünkü sulama sorunu halletmiş oluyoruz bu
şekilde. Nehir kıyısındaki topraklarda oldukça verimli. Birde hayvancılık
yapanlar, hayvanlarını buraya otlatma ve sulatma ihtiyaçlarını gidermesi için
getiriyorlar. Gelen hayvan kıyı şeridine gübresini bırakıyor. Bu gübreler suyla
karışıp karpuzların yetiştiği kıyılara kadar geliyor. Karpuz kökü hem suyu hem
de gübredeki yararlı şeyleri çekiyor. Buda karpuzu doğal yoldan besliyor.
Sonuçta doğal bir karpuz ortaya çıkıyor.”
Yöre
halkının kendine has karpuz yetiştirme yöntemlerinden biride karpuzu dışarıdan
gübrelemek. Kuy denilen (yöre halkı bu çukurlara kuy diyor. Minyatür kuyular
şeklindeki küçük kuylar) çukurlar açılarak içerisine karpuz tohumları
serpiştiriliyor. Bu kuylar ilerde karpuzun olgunlaşmış halinin de rahat
sığacağı ve olgunlaşma sürecinde sorun yaşamayacağı şekilde açılıyor. Daha
sonra açılan kuylara karpuz tohumları serpiliyor. Gübreleme zamanı gelinceye
kadar gerekli bakımlarla yetiştirme sürecine başlanıyor.
Diyarbakır
karpuzu ekim ve hasat aylarının öneminden bahseden Baki Amca, “Karpuzun ekim
ayı önemlidir. Zamanından önce ekersen karpuz suda boğulabilir. Yağmurlar çok
yağarsa Dicle nehri taşar buda karpuzunun suda kaybolmasına neden olur.
Zamanından geç ekersen karpuz gerekli olgunluğu sağlamayabilir” yorumunda
bulundu. Sözlerine şöyle devam eden Baki Amca, “karpuzun ekim ayı, mayıs ayının
başlangıcı olmalıdır. Bu dönemde yağmurların Dicle nehrinde taşkın yapma
ihtimali çok düşüktür. Ayrıca bu ayda hava sıcaklıkları ve yağış karpuzun
istediği seviyededir. Buradan sonrasında işimiz Allah’a kalıyor. Eğer bir
aksilik yaşanmazsa karpuzumuz eylül ayının ortalarında hasat zamanına girmiş
oluyor” dedi.
Yöre
halkı için karpuz büyük önem taşıyor. Diyarbakır’ın kavurucu sıcaklarında bir
nebze olsun serinlik ve ferahlık veren iki şeyden biri meşhur naneli ayran
diğeri ise meşhur Diyarbakır karpuzudur. Yaz ve bahar sofralarının vazgeçilmez
meyvesi olan karpuz, Diyarbakır’da değişik türlerde yetiştiriliyor. Bunlardan
en bilinen türleri ise Dicle nehri kıyılarında yöre halkının kendine has
yöntemlerle yetiştirdiği Çay Karpuzu ve Beji Karpuzu’dur.
Karpuz
yetiştirmenin zahmetli bir iş olduğundan bahseden Baki Amca, bir diğer önemli
nokta olan gübreleme yöntemi hakkında bizi bilgilendiriyor. “Kuylar açılıp
tohumlar atıldıktan sonra geriye karpuzun ilaçları kalıyor. İlk adımda küçükbaş
hayvan gübresini kuyların üzerine yeterli miktarda serpiştiriyor. İlk gübreleme
aşaması bittikten sonra ikinci gübreleme aşaması olan güvercin gübresi
aşamasına geçiyoruz. Gübreleme aşaması 1 hafta arayla yapılır” diyen Baki Amca
sözlerine şunları da ekliyor: “ ilk olarak kullandığımız küçükbaş hayvan
gübresi karpuza gerekli olgunluğu sağlaması içindi. İkinci olarak kullandığımız
güvercin gübresi ise karpuza diğer tadını vermesi içindi. İşte bizim karpuzun
diğer karpuzlardan farkı da bu tat ve iriliğidir.”
Değişik
türdeki karpuz yetiştirme yöntemleri içerisinde iki tanesi çoğunlukla
kullanılıyor. Şehir dışına ihraç için çay karpuzu yetiştiriliyor. Ticareti için
yetiştirilen bu karpuz, Dicle nehri gibi toprakları verimli kıyı bölgesi
istiyor. Halkın kendi tüketimi için üretilen beji karpuzu kuru tarım
ürünlerindendir. Nisan ayında ekimi yapılan bu karpuz türü birkaç yağmurlu gün
yetiyor. Çay karpuzuna kıyasla kilosu daha düşük olan beji karpuzu yaklaşık
olarak 10–15 kilo olarak yetiştiriliyor. Çay karpuzu ise bir dönemler 70–80
kilo üretiliyordu.
Son
dönemlerde tarımın önemini kaybetmesiyle çay karpuzuna ilginin azaldığını
belirten Baki Amca, “karpuz işi zahmetlidir. Büyük karpuz büyük zahmet ister”
şeklinde konuştu.
Güneydoğu
Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü içerisinde küçük bir alanda, enstitü için
karpuz yetiştiren Baki Amca burada yetiştirdiği karpuzların bir kısmını enstitü
çalışanlarına bir kısmını çevre köylülere geriye kalan küçük bir kısmınıysa
kendine ayırıyor. Güneydoğunun kurak ve sıcak topraklarında yetişen bu cennet
meyvesi yöre halkı için hep bir geçim kaynağı, hem bir meşgale hem de bir sanat
halini almış durumda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder